Cesur Yeni Dünya / Aldous Huxley

Yazar : Ahmet H. Çakıcı Tarih : 3 Oca 2009 3 yorum

Kara Ütopya roman tarzında yazılan eserler içinde en çok öne çıkan iki eserden biri, “Cesur Yeni Dünya”. 1932 yılında ilk kez yayınlanan eser, rakibi George Orwell’in “1984” romanından 17 sene önce yazılmış olmasına rağmen, özellikle 2000'lerden sonra çok daha popüler hale geldi. Sanırım, buna sebep Huxley’in geleceğe yönelik öngörülerinin daha isabetli olduğuna dair kanaatin her gün daha fazla kuvvet kazanıyor olması.

Orwell, eserinde geleceğe yönelik büyük bir totaliter yapı öngörüyordu. Bu totaliter yapıda “büyük göz” insanları, gözetimi ve takibi ile şiddet ile tehdit ederek boyun büktürüyordu. Huxley’in eserinde de gelecek için totaliter rejimler öngörüsü var. Ancak egemenin toplumları kontrol etmesi için şiddete veya sürekli takiplere ihtiyacı olmayacak; anladığım kadarı ile “Bilim, insanlığa ihanet etti ve kapitalizmin emri altına girdi. Onun vasıtasıyla insanlara köleliklerini sevdirmek mümkün olacak” öngörüsünde bulunuyor, Huxley.

Huxley’nin ütopyasını kurduğu dünyada totaliter rejimlerin/devletlerin, gelecekte en fazla yatırım yapacakları alanın “mutluluk sorununu” çözmek, yani “kitlelere köleliklerini sevdirmek” için kurulan alanlar olacağını ve bunun için propaganda bakanlıklarına, medyaya ve eğitimcilere (okul yöneticilerine) yatırım yapılacağını iddia ediyor. Huxley, çocuklara egemenlerin istemediği şeyler öğreten "aile"nin ortadan kaldırılıp çocuk yapmanın çirkin, iffetsiz, ahlaksız, utanç verici bir şey olarak tanımlanacağını, çocuğun devlet tarafından cam tüpler içinde kuluçka makineleri gibi bir sistem kurularak üretileceğini, böylece hem egemenlerin istemediği bilgilerin gelecek nesillere aktarılmasının hem de kontrol dışı çocuk yapılıp nüfus artışının önüne geçilmesinin mümkün olacağını düşünüyor. Çocuklara verilecek eğitimin, "şartlandırma"lardan ibaret olacağını ve bu şartlandırmaların bazen gün içinde bazen uykuda sürekli tekrar edilen kelimelerle/sloganlarla olacağını öngörüyor. (Sanırım Tv, gazete ve sosyal medyadan yapılan sürekli tekrarlar bu şartlandırma işlevini fazlası ile gördüklerinden, modern dünyada uykuda şartlandırmaya ihtiyaç hissedilmiyor.-AHÇ)   

Kitlelerin gerçeklikten, sıkıntılardan ve özellikle kendilerinden kaçışının bir ihtiyaç olduğunu düşünür, Huxley. Bilimin, içki ve esrar gibi sonrasında insanda baş ağrısı, bulantı, keyifsizlik benzeri yan etkiler bırakmayacak yeni uyuşturucular geliştireceğini ve bunların egemenler tarafından kitlelerin boş vakitlerini işgal ederek onları zararlı(?) düşünce ve hareketlerden kurtarmak için kullanılacağını tahmin ve iddia ediyor. Romanda bu, "soma" diye adlandırılan, devlet tarafından serbestçe dağıtılan ve günde en az 3 sefer kullanması mecburi tutulan uyuşturucular ve herkesin yanında sürekli taşıdığı ”seks hormonlu ve uyuşturuculu" sakızlar olarak kendisine yer bulur. (Günümüzde marihuana ve esrarın serbest kalması için yapılan tartışmaların ve depresyon hapları adı altında legalleştirilen hafif düzeyli uyuşturucuların bu gözle okunabileceğini düşünüyorum-AHÇ) 

Yazar, rejimlerin ekonomik ve siyasi olarak totaliterleştikçe kitlelerin içine düşecekleri stresin ve öfkenin, onları serbest cinselliğe yönlendirerek manipüle edilebileceğini söyler. Eğer egemen; kitleleri, yeni sömürgeler elde etmek için yeni savaşlara yönlendirip, onlara oyalanabilecekleri veya uğrunda ölebilecekleri meşgaleler veremezse onları serbest sekse yönlendirerek oyalamak ihtiyacını duyar, fikrini savunur. “Uyuşturucu, filimler ve radyonun etkisiyle gündüz düşleri kurma özgürlüğüne ek olarak cinsellik, tebasını, yazgıları olan köleliğe razı etmede yardımcı olur” der. Bu konu, romanda “herkes, herkes içindir”, “toplu seks, poplu seks ayinleri”, “birinin sizle seks yapmak istemesini reddetmek, bencilliktir” gibi sürekli, tekrarlanan şartlandırmalarla anlatılmaya çalışılır. (Günümüzda İstanbul Sözleşmesi Ve Toplumsal cinsiyet Eşitliği adı altında lezbiyen, gay, biseksüeli, trans, ensest, pedofili, zoofili vs yönlendirmeleri ve evliliğin zorlaştırılıp zinanın yaygınlaştırılması bu misyonu üsteliyor sanırım. AHÇ)    

Bunlar gerçekleştiğinde bir şeye daha ihtiyaç olur, diyor yazar: İnsanların kendi yeteneklerine göre tasnif ve görevlendirme yapılabilmesine yönelik bilimsel çalışmalara. Yani kast sitemini, sınıflı toplumu oturtmaya. Bu çalışmalar sayesinde insanları kendi mutlu oldukları alanlara yönlendirmek mümkün olabilecektir. Çünkü eğer insanlar liyakatlari olmayan alanlara/yerlere gelirlerse “huzursuz “olurlar ve huzursuzluk bulaşıcıdır. Diğer insanlara huzursuzluğu bulaştırırlar. Romanda daha şişelenmeden önce döllenme aşamasında embriyolara verilen oksijen, fosfor, mağnezyum vs oranları ile oynanarak farklı yetenekte, farklı özellikleri olan toplumsal sınıflar oluşturulur. 1,55 boyunda hiç bir zeka belirtisi gösteremeyen epsilonlar, 1,69 boyunda ufak tefek emirleri anlayabilen basit cümlelerle konuşabilen Moronlar, sıradan işleri yapan sıradan özellikleri olan Betalar ve boylu poslu yöneticiler olarak yetiştirilen üstün özellikli Alfalar ve onların ara formları eğer kendi yetenekleri ile mütenasip işlerde/alanlarda değerlendirilirlerse mutludurlar. Eğer yeteneğine uygun yerde olmazlarsa huzursuzluk başlar, fikri savunulur. 

İşte bunların gerçekleştirildiği yerdir, Cesur Yeni Dünya. Medeniyete, vahşi dünyadan gelen John "ben keyif aramıyorum, tehlike istiyorum, risk istiyorum, özgürlük istiyorum, acı istiyorum, duygu istiyorum, sadakat istiyorum, bir ömür boyu söz vermek istiyorum, günah istiyorum" diyerek son derece güvenli, kontrollü, risksiz, her şeyin egemenlerin rızasına uygun, herkesin sakin, uysal, dertsiz, acısız, duygusuz ve cinsel anlamda tam olarak doyurulmuş olduğu bir toplumda "insan"a olan hasreti dile getirir. Ancak böyle bir toplumda insana yer yoktur. Ve sonunda "Vahşi" yani John kendini öldürür. 

Roman’ın genel özeti (David Bradshaw)

(Kitabın “Sonsöz” bölümünden alıntılanmıştır)

İlk olarak 1932'de yayınlanan Cesur Yeni Dünya “FS. 632 de, bu istikrar yılında" geçmektedir, yani Amerikan araba kodamanı Henry Ford'un (1863-1947) gelişinden 632 yıl sonra. (Huxley, Amerika’ya yaptığı gemi yolculuğu esnasında Henry Ford’un bir eserini okur. Ve ABD’de hakim olan düşüncenin ve içtimai hayatın Ford’un fikriyatı olduğunu fark eder. Bu fikriyatın temelinde “tüketim ekonomisinin yattığını” ve “insanların tüketime” tapmaya çağrıldığını düşünerek İngilizce “My Lord” (Tanrım) ifadesini ironik bir şekilde “My Ford” (Fordum) ifadesine dönüştürerek romanın içinde bir zikir şeklinde sürekli tekrarlattırır. Romanın Ford'dan sonra 632 senesinde geçmesi Hz Muhammed'in, Hz. İsa'dan 632 yıl sonra vefatına atıf yaparak, Hristiyanlığın yeni düşmanının; peygamberi Henry Ford olan "tüketim dini" (Fordizm) olduğunu hissettirir. -AHÇ)

Ford, Dokuz Yıllık Savaşla büyük Ekonomik Bunalım'ın çifte felaketinden sonra kurulmuş bir küresel kast sistemi olan Dünya Devleti'nin önde gelen ilahıdır, onun endüstri felsefesi de bu düzen içindeki hayatın her yönüne hükmeder.

Dünya Devleti'nin istikrarı, biyolojik mühendislik ve insanı her yönden koşullandırmanın terkibiyle sağlanır. Bu devletin standartlaştırılmış, yaşları gençlikte dondurulmuş iki milyar yurttaşı sadece on bin soyadını paylaşır, dünyaya da doğarak gelmemişlerdir: Önceden belirlenmiş rollerini yerine getirmek üzere 'kuluçka'dan çıkarılmışlardır. Politik gövdedeki hücrelerden öte bir şey değillerdir. Çocuklukta edilgen itaatin, maddi tüketimin ve önüne gelenle düşünmeden yatıp kalkmanın (seks yapmanın-AHÇ) erdemleri hipnopedya (uykuda öğretim) yoluyla telkin edilir. İleriki yaşamlarında Dünya Devleti'nin yurttaşlarına ücretsiz somalar, hükümetçe onaylanmış haplar verilir ve sürü halinde Cemaat Terennümleri ve Dayanışma Ayinleri için (ki rutin olarak bir sefahat âlemiyle sona ererler) toplanırlar. Bu toplantılar Dünya Devleti'nin savsözü olan "CEMAAT, ÖZDEŞLİK, İSTİKRAR" değerlerini daha derin biçimde aşılamak için düzenlenir. Hayatın her yönü toplumsal yarar düzeyine indirgenmiştir, hatta cesetlerden kullanışlı fosfor kaynakları olarak yararlanılmaktadır.

Dünya Devleti'nin on bölgesinden her biri yerel Dünya Denetçisi tarafından yönetilir. Ford hazretleri Mustafa Mond, Londra merkezli Batı Avrupa bölgesinin Denetçisidir ve en altta ayak işleri için döllenmiş Epsilon-Eksi Yarı Moronları ile onların üstünde gitgide artan yetenek kastlarının sıralandığı bir kitle bulunan hiyerarşik, fabrika benzeri bir firmanın başını çeker. Mond'un hemen altında bir Alfa-Artı entelektüeller kastı vardır. Bernard Marx ve Helmholtz Watson bu elitin üyeleridir, ama her ikisi de yalnız kalmak ve cinsellikten sakınmak gibi sapkın hazlardan hoşlanan eğilimler geliştirmişlerdir. Çok iyi bilmektedirler ki "görevleri çocuksu olmaktır ve "birey duygulandığında, toplum yalpalar"; her ikisi de Alfa-Artı uyumsuzları için sığınak işlevi gören adalardan birine sürülmeye yazgılıdır.

Dünya Devleti'nin sınırları dışında yaşamasına izin verilen diğer tek insanlar da çeşitli Vahşi Ayrıbölgeleri'nde yaşayanlardır. Kendilerini çevreleyen Fordgil cehennemden elektrikli tellerle ayrıldıkları için vahşiler hâlâ evlenmekte, çocuk doğurmakta, yaşlanmakta ve eskisi gibi ölmektedirler.

İşte New Mexico'daki Ayrıbölgeyi ziyaret ederken Bernard Marx, John adlı vahşiye rastlar ve onu Londra'ya getirir. John ilkin kendisini çevreleyen yeni dünya karşısında coşkuya kapılır ve Londra'dan büyük ilgi görür, fakat kısa süre sonra Dünya Devleti'nce hayal kırıklığına uğratılır ve John'ın perspektifinden F.S. 632'nin eksiksiz, totaliter dehşeti teyit edilir.

Roman’ın SUNUŞ Bölümünden kısa notlar (Margaret Atwood)  
    
Lenina fırsatını bulduğunda hoşlandığı biri ile neden seks yapamayacağını anlayamıyor. (Herkes herkes içindir. Birini kendinden mahrum etmek/reddetmek bencilliktir, ayıptır. Daha önce yüzlercesinin önünde yaptığı gibi John'un da  önünde iç çamaşırlarını çıkartıp çırıl çıplak kalan Lenina, Cesur Yeni Dünyanın ve medeniyetin sembolüdür. Bir ömür boyu birliktelikten, sadakatten, namustan, beklemek ve sabırdan, hak etmekten, sevdiği için acı çekmekten(aşk acısı) bahsederek Lenina ile birlikte olmayı reddeden John ise romana barbarlığın ve medeniyetsizliğin sembolü "vahşi" olarak girer.-AHÇ)

Cesur Yeni Dünya son derece nazik cezalandırma yöntemlerine sahiptir. Uyumsuz kimseler için, benzer düşünce yapısına sahip kişilerle birlikte “İnsanoğlunun Mutlak Sonunu”, “normal” kimselere rahatsızlık vermeden tartışabilecekleri bir yere, bir adaya , İzlanda’ya, deyim yerindeyse bir tür üniversiteye sürgün edilirler. (Modern hayat, huzursuz insanların başka insanları etkilemelerine müsaade etmeden kendi gettoları içinde oyalanabilecekleri üniversite benzeri gevezelik adaları var ederek, memnuniyetsizleri manipüle eder.)

Viktoryenlerin “ölüm bizi ayırıncaya dek” anlayışı ”herkes, herkes içindir” ile yer değiştirirken; Viktoryenlerin dindarlığı (haftalık kilise  ayinleri) sonu “toplu seks, poplu seks” ayini ile biten FORDumuz (my Ford) (Burada yazar MY LORD-TAnrım ifadesi ile oynar-AHÇ) isimli Tanrıya zikir çekilen meclislere/ayinlerine evrilmiştir.

Seks ile üreme birbirlerinden ayrılmıştır ve kadınlar artık doğum yapmamakta, hatta bunu düşünmek bile tiksinmelerine neden olmaktadır. Cinsel ilişkiler bir tür boş zaman geçirme etkinliğine dönüşmüştür. Çıplak, küçük çocuklar çalılar arasında “erotik oyunlar” oynarlar ki, erken yaşta deneyim kazansınlar.

Her şeyin ulaşılabildiği dünyada hiç bir şeyin anlamı/ kutsaliyeti yoktur.

Önsöz-Aldous Huxley

Hiroşima’dan atalarımızın Magdeburg’dan aldığı gibi bir ders alacağımızı varsayarsak gerçekten barış dolu olmasa bile sınırlı ve kısmen yıkıcı savaşların olduğu bir dönemin bizi beklediğini ümit edebiliriz. (Daha önceki savaşlardan hiç ders almamış olmamız, gelecekte de aynı vahşilikleri yaşayacağımızın delili sayılabilir-AHÇ) Bu dönem sürecinde nükleer enerjinin endüstriyel amaçlar için kullanılacağı varsayılabilir. Elbette sonuç, eşi görülmedik hız ve bütünlükte bir dizi ekonomik ve sosyal değişim olacaktır. İnsan yaşamının var olan bütün yaşama biçimleri bozulacak ve atom gücünün insancıl olmayan gerçeğine uyum sağlayacak yeni biçimler geliştirmek zorunda kalınacaktır. Modern giysilere bürünmüş Prokroustes’ler olan nükleer bilimciler insanlığın üzerinde yatacağı yatağı hazırlayacak ve eğer insanoğlu yatağa uymazsa bu, insanlık için çok kötü olacak. Bir takım uzatma ve kısaltmalar sonucu insanlığın fazla gelen uzuvları kesilip biçilecek, uygulamaları bilimler uygulanmaya başladığından beri olagelen, aynı türden uzatma-kısaltma ve uzuv kesmeler, ancak bu kez, geçmiştekinden çok daha korkunç olacaktır. Bu hiç de acısız olmayan ameliyatlar, ileri derecede merkezileşmiş devletler tarafından yönetilecektir.... Tüm dünya devletlerinin atom enerjisinin kullanımından önce üç aşağı beş yukarı bütünüyle totaliterleşmeleri olasıdır; kullanım süresince ve sonrasında totaliterleşeceklerine kesin gözüyle bakılabilir. Sadece merkezileşme ve öz yardım yönünde büyük ölçekli kitlesel bir hareketi devletçiliğe bugünlerdeki yönelişi durdurabilir. Hali hazırda böylesi bir harekete dair herhangi bir işaret yoktur.

Gerçekten etkili totaliter devlet, kölelerden oluşan nüfusu -köleler, köleliklerini sevdikleri için- zor kullanmaksızın kontrol edebilen devlettir. Günümüzün totaliter devletlerinde köleliği sevdirmek, propaganda bakanlıkları, gazete yayıncıları ve okul öğretmenlerine verilmiş bir görevdir. Ancak yöntemleri hala kaba ve bilimdışıdır.... Propagandanın en büyük zaferi, bir şeyi yapmakla değil onu yapmaktan kaçınmakla kazanılmıştır. Gerçek yücedir ancak daha yücesi gerçek konusunda sessiz kalmaktır. (s:26)

Geleceğin en önemli Manhattan Projeleri, politikacıların “mutluluk sorunu” adını vereceği konuda – diğer bir deyişle, insanlara köleliklerini sevdirme konusu hakkında- devlet sponsorluğu ile yürütülecek büyük çaplı araştırmalar olacaktır. Ekonomik güvence olmazsa kölelik sevgisi hayata geçirilemez: kısacası, güçleri kendisinde toplayan hükümet ve idarecilerinin kalıcı güvence sorununu çözeceklerini varsayıyorum. Fakat güvenceler kolaylıkla varmış gibi varsayılabilirler. Güvencelerin sağlanması salt yüzeysel, dışsal bir devrimdir. Kölelik sevgisi, insan zihin ve bedenlerinde derin ve kişisel bir devrimin sonucu oluşturulmadıkça başarılamaz. Bu devrimi gerçekleştirmek için, diğerlerinin yanında, aşağıda sayacağım keşif ve buluşlara ihtiyacımız var. Birincisi, çocuk şartlandırma ve daha sonra skopolamin gibi ilaçlar yardımıyla sağlanacak ileri bir telkin tekniği. İkincisi, devlet idarecilerine, eldeki, herhangi bir bireyi sosyal ve ekonomik hiyerarşide ait olduğu yere atayabilme imkanını sağlayacak, insan farklılıkları üzerine tam gelişmiş bir bilim dalı. (Yanlış görevlerde bulunan insanlar, sosyal sistem hakkında tehlikeli düşünceler besleme ve mutsuzluklarını başkalarına bulaştırma eğilimi gösterirler.) Üçüncüsü, (her ne kadar ütopya ise de gerçeklik, insanların kendisinden, sık sık tatile çıkarak uzaklaşma gereği duyduğu bir şey olduğundan) alkol ve diğer uyuşturucuların yerini alacak, daha az zararlı, ama aynı zamanda cin veya eroinden daha fazla keyif verecek bir madde. Dördüncüsü de (ama bu uzun vadeli bir proje olurdu ve başarılı olabilmek için nesiller boyunca totaliter kontrol gerekirdi) insan ürününü standartlaştırmak ve yönetenlerin görevini kolaylaştırmak üzere tasarlanmış yanılmaz bir öjenik sistemi. Cesur Yeni Dünya’da bu yeni standartlaştırma, belki insansız değil, ama fantastik uçlara taşınmıştır.

Bu arada daha mutlu ve daha istikrarlı bir dünyanın belirleyici özellikleri –soma, uykuda öğrenme ve bilimsel kast sisteminin eşdeğerleri- herhalde 3-4 nesilden daha uzakta değildir. Herkesle cinsel birliktelik de çok uzaktaymış gibi görünmüyor.

Siyasi ve ekonomik özgürlükler azaldıkça, cinsel özgürlük, dengelercesine artma eğilimi gösterir. Diktatör de (boş ya da fethedilmemiş bölgeleri sömürgeleştirmek için ateşe süreceği askerlere ve ailelere ihtiyacı yoksa ) bu özgürlüğü teşvik etmekle iyi yapar. Uyuşturucu, filimler ve radyonun etkisiyle gündüz düşleri kurma özgürlüğüne ek olarak cinsellik, tebasını, yazgıları olan köleliğe razı etmede yardımcı olur.

Gördüğüm kadarı ile ütopya bize, herhangi birimizin yalnızca on beş yıl önce hayal edebileceğinden çok daha yakınmış. O zamanlar, bunu gelecek 600 yıl sonraya atmıştım. Bugün tek bir yüzyıl içinde bu kabus, üzerimize çökebilecek gibi görünmektedir. Tabi bu arada kendimizi moleküler zerreciklere bölmeyi başaramamışsak...... Elimizde sadece iki seçenek varmış gibi görünüyor: Ya bir dizi ulusal, militer totaliteryanizmler; ki dayanakları atom bombasının dehşeti ve sonuçları da uygarlığın yok edilmesidir (veya savaş sınırlandırılırsa militarizmin sürdürülmesi) ya da ulusal sınırların da ötesinde totaliter bir rejim; ki bu da genelde hızlı teknolojik gelişme ve özelde atom devriminin sonucu olarak ortaya çıkacak olan verim ve istikrar ihtiyacı nedeniyle Ütopyanın refah tiranlığına dönüşecek olan toplumsal kargaşa ile doğar. Paranı öder şansını denersin. (1946)

Romandan Bir Kaç ALıntı

Tüm şartlandırmaların amacı budur: İnsanlara kaçınılmaz yazgılarını sevdirmek.

Kır çiçekleri ve manzara seyretmenin önemli bir kusuru var, bedavalar. Diye açıkladı. Doğa sevgisiyle fabrikalar çalışamazlar.

İnsanların tüketimi artırmaya hiçbir katkısı olmayan karmaşık oyunları oynamasına izin vermenin ne kadar ahmakça olduğunu bir düşünsenize. Delilikten başkası değil. 

-Epsilon[1]larda, epsilonluklarından memnun mudurlar? Elbette memnunlar. Nasıl olmazlar ki? Başka bir şey olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmiyorlar ki. Ama bizler memnun olmazdık tabi. Çünkü bizler farklı şartlandırıldık. Üstelik bizler farklı karışımlardan geliyoruz.
-Bir Epsilon olsaydın da, şartlandırmanın gereği, Alfa veya Beta olmadığına memnun olurdun” diye cevapladı.

Birey hissederse, topluluk sendeler.

... Çoğu, bu yaşlı yaratığın yaşına erişmeden çok önce ölüyorlar. Gençlik, neredeyse hiç bozulmadan atmışa kadar sürüyor, sonra küt! Ve son.

İnsanların, kendi önemlerinin hakkını teslim ettiği, hakkını verdiği sürece düzen iyiydi. Fakat başarı kendisinden uzaklaşırsa düzeni eleştirme ayrıcalığını hep elinde tutmak ister. Çünkü eleştiri eylemi kendini önemli hissetme hissini pekiştiriyor, daha güçlü hissettirir.(Sistemden şikayetin kökünde genellikle sistemin "faydalandırdıkları" arasında neden ben yokum, huysuzluğu vardır. Bu nedenle, şikayetçilerin bir çoğunun şikayeti, sistemin ürettiği dengesizliklerden faydalanmaya başladığında, son bulur. İnsanların çoğu HAK dediklerinde kendi menfaatlerini kastederler. -AHÇ)

...seksen üç tane neredeyse burunsuz, küt kafalı Delta soğuk baskı yapıyordu. Elli dört tane dört milli dönen torna aynasını elli tane kemerli burunlu, kızıl saçlı Gama kontrol ediyordu. Yüz yedi tane ısıya şartlandırılmış Senegal epsilonu dökümhanede çalışıyordu. Otuz üç tane leğen kemiği dar, sarımtırak kızıl saçlı, uzun kafalı, her biri sadece yirmi milimetre içinde değişen 1 metre 69 santimetre boyunda dişi Delta, vida kesmekle meşguldü.  Montaj odasında İki gama-artı cüce grubu, dinamoları birleştiriyorlardı. Alçak iki çalışma masası birbirine bakıyordu; aradan geçen taşıyıcı bant ayrı parçalarla yüklüydü; kırk yedi sarışın kafa kırk yedi kumral kafaya bakıyordu. Kırk yedi kısa ucu kalkık burun, kırk yedi kanca buruna karşı; kırk yedi içe çökmüş çene kırk yedi çıkık çeneye karşı. Bitirilen mekanizmalar on sekiz tane tıpatıp benzer, kıvırcık kumral saçlı tarafından kontrol ediliyor, otuz dört tane kısa bacaklı, solak delta-eksi tarafından sandıklara dolduruluyor ve atmış üç tane mavi gözlü, çilli Epsilon Yarı Moron[2] tarafından beklemekte olan kamyonlara yükleniyordu.

Istırap karşısında kazanılan şeylerle kıyaslandığında, somanın mutluluğu çok sefil kalır. Ve tabii istikrar istikrarsızlık kadar gösterişli değildir.

Alfa olarak şişeden alınmış, Alfa olarak şartlandırılmış bir insan, Epsilon Yarı Moronların işini yapmak zorunda kalsaydı çıldırırdı. Ya da her şeyi kırıp dökmeye başlardı. Alfalar, işi yaptırmak koşuluyla, tamamen sosyalleşebilirler. Epsilonlara özgü özverileri yalnızca Epsilonlardan bekleyebilirsiniz. Çünkü bunlar Epsilonlar için özveri değil direniş sınırıdır. Şartlandırılması, koşması beklenen çizgiyi çoktan geçmiştir. Elinde değildir, yazgısı önceden belirlenmiştir. Şişeden alındıktan sonra da şişede kalmaya devam eder; çocuksu ve embriyonik saplantılarla dolu bir şişede. Elbette hepimiz bir şişede geçiririz hayatımızı. Ama eğer Alfa ise, şişelerimiz görece büyüktür. Daha dar bir alanla sınırlandırılırsak sürekli acı çekmemiz gerekirdi...

...Alt sınıfların çalışma saatini 3-4 saate indirmek çok basit bir şeydir. Ancak bu onları mutlu eder miydi? Hayır! etmezdi. Yüz elli yıldan daha önce bunu İrlanda’da denemişlerdi. Sonuç ne oldu? Kargaşa ve soma tüketiminde büyük artış, hepsi bu. O üç–dört saatlik boş zaman mutluluk kaynağı olmaktan o kadar uzaktır ki, insanlar o boş vakitlerden kurtulmak için çırpınıyorlardı.... Emekçilere boş zaman ıstırabı çektirmek zalimlikten başka bir şey değildir.

...Bütün bunlar bilim sayesinde olmuştur. Ama bilimin yaptıklarını bilimin bozmasına izin veremeyiz. Bu yüzden bilimsel araştırmaların kapsamını sınırlamaktayız...

...Kendi deneyimlerim şunu gösterdi: Korku ve düşüncelerden apayrı olarak, dini duygular biz yaşlandıkça gelişme eğilimi gösterirler, çünkü ihtiraslarımız, ateşini yitirdikçe, hayal güçlerimiz ve duygularımız köreldikçe aklımız daha rahat işler hale gelir. Bir zamanlar aklımızı çelen imgeler, arzular ve heveslerden arındıkça Tanrı, gizlendiği bulutların arkasından görünür, ruhumuz bütün aydınlıkların kaynağı olan bu varlığı hisseder, görür ve ona yönelir, bu yöneliş doğal ve kaçınılmazdır.

... Bizler, Modern Dünya; yalnız gençken ve refah içindeyken Tanrı’dan bağımsız olabiliriz. Ancak Tanrıdan bağımsız olmak, modern insanı güven içinde ölüme taşıyabilir... Bolca tensel günah olmadan kalıcı bir uygarlık kuramayız.

Sonsöz

Aldous Huxley Ağustos 1918 yılında yazdığı bir mektupta 1. Dünya Savaşının en kötü sonuçlarından birinin “Amerika’nın dünya egemenliğini kaçınılmaz hızlandırması” olduğunu söyler. California’yı görmeni isterdim diye yazmıştı 1926 yılında Amerika’ya yapmış olduğu seyahatte “Maddesel olarak, gezegenimiz üzerinde görülenler içinde Ütopyaya en çok yaklaşan yer... Amerika’nın geleceği dünyanın geleceğidir.” Der.  (Sonsöz’den alıntı/ David Bradshaw)             


Huxley’in egemenlere “yol mu gösteriyor” yoksa “olacak olanları mı eleştiriyor” şeklindeki net olmayan tavrının romanın geneline hakim olduğu, gittikçe günümüzün kendisine benzediği, "insanımsı robotik"lerin haberlerinin medyada müjde diye verildiği, insan ile hayvan arasındaki farkların törpülenmeye başladığı bir geçiş döneminde “Cesur Yeni Dünya" isimli kitaptan alıntıladıklarımız, anlayabilmeye güç yetirebildiklerimizdir.
     
                                                              Ahmet  H. Çakıcı
                                                        Alanya / Rebiülahir 1440




[1] Epsilon: Cesur Yeni Dünyadaki en düşük sınıf. Yaklaşık 1.50 boyunda olup mikrosefal kafatası yapısına sahiptirler. Embriyo halindeyken bilinçli olarak oksijen eksikliğine maruz bırakıldıkları için beyinleri çok az gelişmiştir. Zar zor basit kelimeler kullanarak konuşabilir ve basit emirlere itaat edebilirler. Tüm ağır işlerde kullanılırlar.
Kimyada ve matematikte çok ufak, ihmal edilebilir sayi
[2] Moron: Eğitilebilir zeka geriliği


Bu yazımı arkadaşlarınızla paylaşın

3 yorum:

İLAHİENTEMAKSUDİVERIDAİKEMATLUBİ dedi ki...

Selamunaleyküm güzel ve bilge dost. Bu son çalışmandan önceki "AİLESİZ TOPLUM 1 - 6 " makalelerinden ilkini okudum. sonrakilerini de okumak için kaydettim. Çıktısını alıp kağıt üzerinden okuyup değerlendirme yapmayı düşünüyorum. Ancak meşguliyetler bizi zat-ı ali"nizin gerisinde bırakıyor. Ölüm"den önce hayat imtihanımız dan yüz
akı ile çıkabilmek ve dostlarla buluşabilmek için dua eder., sizden de dua talep ederim,beklerim. BAKİSELAM.,Prof. Dr. Memduh GEZİCİ

Ahmet H. Çakıcı dedi ki...

Muhterem hocam, Çok teşekkür ederim. İltifat ettiniz.

Ercüment Şendil.... dedi ki...

TEŞEKKÜRLER...

Yorum Gönder